Çevremizde hiçbir pencere olmadığından sabah uyanmak biraz
sorun oldu. Özge ve Görkem uyanmış bizi bekliyordu. Kahvaltı olarak, trende
yeriz diye aldığımız Monaco bisküviler ve Görkem’in taa ilk geldiğimizde
yanında getirdiği Çay Keyfini yedik. Çantaları başıboş bırakmak
istemediğimizden özenle bir köşeye yerleştirdik, hepsini bağladık ve
fotoğrafını çektik ki geldiğimizde kontrol edebilelim.
Çıkıp ilk durağımız olan Safdarjung’s Tomb’a gittik. Geniş
bahçelere ve bir sürü sincaba ev sahipliği yapan yerin kapısında tüm fotoğraf
makineleri için 25Rs (0.88TL) isteniyordu. Hatta kapıdaki adam çıktıktan sonra
gelip fotoğraf makinelerimize bakmak istediğini söyledi. Ancak çıkışta para
mara vermedik, yok bir de fotoğraf çekmek için para mı vericez? Çıkışta
sıcaktan bunalmış insanlar olarak dondurmacıya saldırdık. Açelya uzun uzun
düşünüp en güzel görünen korneti seçti, ancak dondurmayı açtığında yaşadığı
hüsran, Hindistan seyahatimizde önemli bir yer taşımaktadır.
Delhi’deki Red Fort’u ziyaret etmek için metroya bindik ve
Red Fort durağında indik. Gene beyaz aptal turist olarak düşünüp, metrodan
çıktığımız anda Red Fort’u göreceğimizi düşünüyorduk ki çıktığımız yer, hayat
kadınlarının (ve erkeklerinin) sıklıkta olduğu, inanılmaz kalabalık olan bir
yere çıktık. İnsanlara sora sora Red Fort’un yerini öğrendik. Aslında çok uzak
değildi ama kalabalık yüzünden hareket kabiliyetimiz çok düşüktü.
Red Fort’un önüne geldiğimizde havanın 40-42 derece civarı
olmasından ötürü eriyen ziftleri görmeyen ben, parmak arası terliklerle erimiş
zifte bastıktan bir adım sonra fark ettim ki, artık terlik giymiyor ve çıplak ayakla
erimiş zifte basıyordum. Terlikler bir adım arkamda, yere yapışmış olarak beni
bekliyordu. Kaldırıma oturup ayağımı ve terliği temizlemeye çalışırken kafamı
kaldırdığımda, onar onar insanların beni izlemeye geldiğini fark ettim. Bir
çoğunun elinde telefonları, benim fotoğrafımı çekiyordu. Sonunda 60 kişiye
varan bir izleyici grubum vardı. Bunu fark eden Özge, ufaktan bir gülme krizine
girdi, ama bu önemli değil; hikaye benim hakkımda. Terliği ve ayağımı
temizledikten sonra (ayağımdaki zift ancak 4 gün sonra geçti, terlikteki hala
geçmedi) kalktık ve Red Fort’a doğru yürüdük. Arkama baktığımda o 60 kişilik
grup hala bizi izliyordu ve geri gelip bir şeyler yapmamızı bekliyordu sanırım.
Red Fort’a girdik ve biraz yürüyüş sonrasında oturup
dinlenmeye karar verdik. Oturduktan sonra iki küçük kız ziyaretimize geldi ve
Açelya’nın yanına oturdular. Açelya da onlarla, Shriya’dan Pune’de öğrendiği
bir tekerlemeyi söylemeye başladı. ‘ıçki mıçki caniye’ gibi bir şeydi.
Red Fort’tan çıkar çıkmaz kendimizi Anna Hazare
protestolarının ortasında bulduk. Herkeste bir bayrak vardı ve bağırarak
sloganlar atıyorlardı. Pek bulaşmak istemeyip tren istasyonunun öbür tarafına
gittik. Amacımız Özge’nin daha önce internetten araştırıp da bulduğu bir
restorana gitmekti. Caddeyi bulduğumuzda fark ettik ki, Delhi’nin en turistik,
otel ve bar dolu caddelerinden birindeydik. Neon ışıklarla dolu caddede sora
sora Vagabond restoranı bulmaya çalışıyorduk ki, bir otelin güvenlik
görevlisine sordu Açelya ve Özge. Adam da buyrun deyip kendi restoranlarını
gösterdi. Ancak Hindistan’da aptal beyaz turist damgası yememek için ‘Hayır
girmiycez’ orası başka restoran’ demeye başladık. Güvenlik görevlisinin menüyü
göstermesiyle fark ettik ki, orası gerçekten Vagabondmuş. Hiçbir şey olmamış
gibi içeri girdik.
Yemek yerken dışarıdan geçen kalabalığı fark edip onu
izlemeye başladık. Krishna’nın doğum günü kutlamaları sebebiyle yemek yediğimiz
sokaktan ışıklar, atlar ve gösteri arabaları geçiyordu. Bir süre onları
izledik. Gösteri ve yemek bittiğinde sokakta açık (ve güzel) bir bar aramaya
başladık ancak bulamadık. Bunun üzerine, kaldığımız yere çok da uzak olmayan,
Hard Rock Cafe’ye gittik. Ben telefonumu takside düşürdüm ve farkında bile
değildim. Bunu fark eden taksici hemen arabayı sürmeye çalışıyordu ki, Açelya
fark etti ve gecemin kahramanı oldu. Hard Rock’ta içip muhabbet ettikten sonra
eve döndük, Amit’i uyandırıp anahtarı aldık ve bu sefer yatak denilebilecek bir
şeyde uyuduk.
In the morning it was hard to realize that it was the
morning because in the room we slept, there was no Windows. Özge and Görkem
woke us up and together we have made our breakfast with Monaco and Çay Keyfi
(Biscuits from India and Turkey). We didn’t trusted the Office area so we have
carefully arranged a spot for the bags and took a couple of pictures of them,
in order to understand if it has been moved or not.
We went out, in order to go to Safdarjung’s Tomb. It had
wide landscape areas and lots of squirrels. In front of the door there was a
sign that said, for every camera they take 25Rs (0.49$, 0.36€). In fact the guy
who sells the tickets wanted us to return there to Show the pictures we took
but of course we haven’t went there. After leaving the place we have surrounded
the first ice cream vendor we saw, because we were melting. Açelya had a long
period of thinking and then she decided to have the best looking one on the
card, but the disappointment she had after seeing the real ice cream, is still
a remarkable memory from our India Trip.
In order to visit the Red Fort in Delhi, we took the metro,
still thinking like a stupid White tourist. We were imagining that we were
supposed to see the Red Fort while we got out but in fact we found ourselves in
a place with woman and male prostitutes and with a big crowd. By asking the
people where is Red Fort, we have found our way. It wasn’t actually too far
away but the crowd we were walking with was making everything a little hard.
When we arrived to Red Fort, because of the weather being
around 40-42 degrees, the asphalt on the ground has melted. Me, who has not
noticed this just walked through it with my flip-flops and after one step i
have realized that i was wearing flip-flops no more. They have sticked on the
ground. I have sat on the pavement and started cleaning them and my feet. In
the mean time we have realized that there are Indians all over us, coming in
groups of ten while holding their cell phones directly to me, in order to take
pictures. Özge, had a small nervous break-down in the mean time, but this story
is about me. In the end there were around 60 people who were looking at me, as
if i am doing a Show. After i have cleaned my feet and my flip-flops (which i
could have only cleaned only after 5 days) we have got up and started walking
to the Red Fort. When i have looked back, i have realized that they were still
there and still wanting to Show to go on.
We entered the Red Fort and after walking a little we have
sat down and there 2 little girls have visited us. They have sat with
Açelya, and she has tried to sing the new nursery rhyme that Shriya has thought
her and they sang together. It was something like ‘ıçki mıçki caniye’. I don’t
really remember.
We stepped out of Red Fort by the time it was getting closed
and found ourselves in the middle of the protests for Anna Hazare. Indian flags
were everywhere. We didn’t wanted to involve with it so we have passed the
train station, in order to find the Restaurant that Özge have found from the
internet before she arrived. When we have found it’s Street we realized that it
was the most touristic street full of hotels and bars covered with neon signs.
We were asking people about the Vagabond restaurant so Özge and Açelya asked
the security guy of a hotel. The guy invited us to the hotels restaurant. We were
trying so hard not to be considered as stupid white tourists so we said that we
are not going to enter that restaurant, we are looking fort he Vagabond. He has
kindly showed us that the hotel’s restaurant was Vagabond. We played it cool,
didn’t said a word and entered in.
While eating, the ceremonies for Krishna started in the Street
next to the restaurant. Lights, horses and Show cars were passing by. For a
while we have watched that and after it’s finished we tried to find a decent
bar on the street but we failed to do so. We decided to head to the Hard Rock
Cafe, which was not far away from the place we were staying. We went there, had
some drinks, and went back home. We woke up Amit to take the keys and slept on
a bed this time.
~Can
No comments:
Post a Comment