Thursday, December 15, 2011

3. Gün (Delhi)


Çevremizde hiçbir pencere olmadığından sabah uyanmak biraz sorun oldu. Özge ve Görkem uyanmış bizi bekliyordu. Kahvaltı olarak, trende yeriz diye aldığımız Monaco bisküviler ve Görkem’in taa ilk geldiğimizde yanında getirdiği Çay Keyfini yedik. Çantaları başıboş bırakmak istemediğimizden özenle bir köşeye yerleştirdik, hepsini bağladık ve fotoğrafını çektik ki geldiğimizde kontrol edebilelim.

Çıkıp ilk durağımız olan Safdarjung’s Tomb’a gittik. Geniş bahçelere ve bir sürü sincaba ev sahipliği yapan yerin kapısında tüm fotoğraf makineleri için 25Rs (0.88TL) isteniyordu. Hatta kapıdaki adam çıktıktan sonra gelip fotoğraf makinelerimize bakmak istediğini söyledi. Ancak çıkışta para mara vermedik, yok bir de fotoğraf çekmek için para mı vericez? Çıkışta sıcaktan bunalmış insanlar olarak dondurmacıya saldırdık. Açelya uzun uzun düşünüp en güzel görünen korneti seçti, ancak dondurmayı açtığında yaşadığı hüsran, Hindistan seyahatimizde önemli bir yer taşımaktadır.

Delhi’deki Red Fort’u ziyaret etmek için metroya bindik ve Red Fort durağında indik. Gene beyaz aptal turist olarak düşünüp, metrodan çıktığımız anda Red Fort’u göreceğimizi düşünüyorduk ki çıktığımız yer, hayat kadınlarının (ve erkeklerinin) sıklıkta olduğu, inanılmaz kalabalık olan bir yere çıktık. İnsanlara sora sora Red Fort’un yerini öğrendik. Aslında çok uzak değildi ama kalabalık yüzünden hareket kabiliyetimiz çok düşüktü.

Red Fort’un önüne geldiğimizde havanın 40-42 derece civarı olmasından ötürü eriyen ziftleri görmeyen ben, parmak arası terliklerle erimiş zifte bastıktan bir adım sonra fark ettim ki, artık terlik giymiyor ve çıplak ayakla erimiş zifte basıyordum. Terlikler bir adım arkamda, yere yapışmış olarak beni bekliyordu. Kaldırıma oturup ayağımı ve terliği temizlemeye çalışırken kafamı kaldırdığımda, onar onar insanların beni izlemeye geldiğini fark ettim. Bir çoğunun elinde telefonları, benim fotoğrafımı çekiyordu. Sonunda 60 kişiye varan bir izleyici grubum vardı. Bunu fark eden Özge, ufaktan bir gülme krizine girdi, ama bu önemli değil; hikaye benim hakkımda. Terliği ve ayağımı temizledikten sonra (ayağımdaki zift ancak 4 gün sonra geçti, terlikteki hala geçmedi) kalktık ve Red Fort’a doğru yürüdük. Arkama baktığımda o 60 kişilik grup hala bizi izliyordu ve geri gelip bir şeyler yapmamızı bekliyordu sanırım.

Red Fort’a girdik ve biraz yürüyüş sonrasında oturup dinlenmeye karar verdik. Oturduktan sonra iki küçük kız ziyaretimize geldi ve Açelya’nın yanına oturdular. Açelya da onlarla, Shriya’dan Pune’de öğrendiği bir tekerlemeyi söylemeye başladı. ‘ıçki mıçki caniye’ gibi bir şeydi.

Red Fort’tan çıkar çıkmaz kendimizi Anna Hazare protestolarının ortasında bulduk. Herkeste bir bayrak vardı ve bağırarak sloganlar atıyorlardı. Pek bulaşmak istemeyip tren istasyonunun öbür tarafına gittik. Amacımız Özge’nin daha önce internetten araştırıp da bulduğu bir restorana gitmekti. Caddeyi bulduğumuzda fark ettik ki, Delhi’nin en turistik, otel ve bar dolu caddelerinden birindeydik. Neon ışıklarla dolu caddede sora sora Vagabond restoranı bulmaya çalışıyorduk ki, bir otelin güvenlik görevlisine sordu Açelya ve Özge. Adam da buyrun deyip kendi restoranlarını gösterdi. Ancak Hindistan’da aptal beyaz turist damgası yememek için ‘Hayır girmiycez’ orası başka restoran’ demeye başladık. Güvenlik görevlisinin menüyü göstermesiyle fark ettik ki, orası gerçekten Vagabondmuş. Hiçbir şey olmamış gibi içeri girdik.

Yemek yerken dışarıdan geçen kalabalığı fark edip onu izlemeye başladık. Krishna’nın doğum günü kutlamaları sebebiyle yemek yediğimiz sokaktan ışıklar, atlar ve gösteri arabaları geçiyordu. Bir süre onları izledik. Gösteri ve yemek bittiğinde sokakta açık (ve güzel) bir bar aramaya başladık ancak bulamadık. Bunun üzerine, kaldığımız yere çok da uzak olmayan, Hard Rock Cafe’ye gittik. Ben telefonumu takside düşürdüm ve farkında bile değildim. Bunu fark eden taksici hemen arabayı sürmeye çalışıyordu ki, Açelya fark etti ve gecemin kahramanı oldu. Hard Rock’ta içip muhabbet ettikten sonra eve döndük, Amit’i uyandırıp anahtarı aldık ve bu sefer yatak denilebilecek bir şeyde uyuduk.


In the morning it was hard to realize that it was the morning because in the room we slept, there was no Windows. Özge and Görkem woke us up and together we have made our breakfast with Monaco and Çay Keyfi (Biscuits from India and Turkey). We didn’t trusted the Office area so we have carefully arranged a spot for the bags and took a couple of pictures of them, in order to understand if it has been moved or not.

We went out, in order to go to Safdarjung’s Tomb. It had wide landscape areas and lots of squirrels. In front of the door there was a sign that said, for every camera they take 25Rs (0.49$, 0.36€). In fact the guy who sells the tickets wanted us to return there to Show the pictures we took but of course we haven’t went there. After leaving the place we have surrounded the first ice cream vendor we saw, because we were melting. Açelya had a long period of thinking and then she decided to have the best looking one on the card, but the disappointment she had after seeing the real ice cream, is still a remarkable memory from our India Trip.
In order to visit the Red Fort in Delhi, we took the metro, still thinking like a stupid White tourist. We were imagining that we were supposed to see the Red Fort while we got out but in fact we found ourselves in a place with woman and male prostitutes and with a big crowd. By asking the people where is Red Fort, we have found our way. It wasn’t actually too far away but the crowd we were walking with was making everything a little hard.

When we arrived to Red Fort, because of the weather being around 40-42 degrees, the asphalt on the ground has melted. Me, who has not noticed this just walked through it with my flip-flops and after one step i have realized that i was wearing flip-flops no more. They have sticked on the ground. I have sat on the pavement and started cleaning them and my feet. In the mean time we have realized that there are Indians all over us, coming in groups of ten while holding their cell phones directly to me, in order to take pictures. Özge, had a small nervous break-down in the mean time, but this story is about me. In the end there were around 60 people who were looking at me, as if i am doing a Show. After i have cleaned my feet and my flip-flops (which i could have only cleaned only after 5 days) we have got up and started walking to the Red Fort. When i have looked back, i have realized that they were still there and still wanting to Show to go on.

We entered the Red Fort and after walking a little we have sat down and there 2 little girls have visited us. They have sat with Açelya, and she has tried to sing the new nursery rhyme that Shriya has thought her and they sang together. It was something like ‘ıçki mıçki caniye’. I don’t really remember.

We stepped out of Red Fort by the time it was getting closed and found ourselves in the middle of the protests for Anna Hazare. Indian flags were everywhere. We didn’t wanted to involve with it so we have passed the train station, in order to find the Restaurant that Özge have found from the internet before she arrived. When we have found it’s Street we realized that it was the most touristic street full of hotels and bars covered with neon signs. We were asking people about the Vagabond restaurant so Özge and Açelya asked the security guy of a hotel. The guy invited us to the hotels restaurant. We were trying so hard not to be considered as stupid white tourists so we said that we are not going to enter that restaurant, we are looking fort he Vagabond. He has kindly showed us that the hotel’s restaurant was Vagabond. We played it cool, didn’t said a word and entered in.

While eating, the ceremonies for Krishna started in the Street next to the restaurant. Lights, horses and Show cars were passing by. For a while we have watched that and after it’s finished we tried to find a decent bar on the street but we failed to do so. We decided to head to the Hard Rock Cafe, which was not far away from the place we were staying. We went there, had some drinks, and went back home. We woke up Amit to take the keys and slept on a bed this time.


~Can

Monday, October 17, 2011

2. Gün (Delhi)






Delhi'ye sabah 6 gibi vardık ve Kuzeyde bizle gezecek olan ablam, Özge'yi aradım. O bizden 2 saat önce Delhi'ye İstanbul'dan direk uçuşla varmıştı. Delhi'de konaklama işini Couchsurfing'den bulduğumuz biri olan Amit'te kalmayı planlayarak yapmıştık. Amit'in evinin bizim geldiğimiz tren istasyonu ve Özgenin indiği havaalanının tam ortasında olduğundan, Özge ile orada buluştuk. Evinde kalan öteki Couchsurferlar oldugunu söylerek, bir arkadaşının olduğunu söylediği bir eve götürdü. Evden bahsetmemek daha iyi. Orada su akmadığından ve komşularımızın evcil olmayan kemirgenler olmasından ve kapıdaki kaslı erkek posterinden sonra normalde kalmamız gereken yere duş almaya gittik ve orada, yerimizi calan Fransiz kızlarla tanıştık.







Kızlar odayi terk ettikten sonra duş alıp biraz yol yorgunluğumuzu giderdik. Daha sonra evin altında olan Amit'in ofisine ugradik ve ondan Delhi uzerine tavsiye aldik. Metro ile Qutab Minar'a gittik. Ancak metro istasyonunun isminin Qutab Minar olmasına rağmen, metro Qutab Minardan 1.5 km uzaktaydı. Rickshawa binmek zorunda kaldık. Richshaw şöförü tarafından alıkoyunulup bir hediyelik eşya ve bilimum Hint elbiselerinin satıldığı 'Jaipur' isimli bir dükkana götürüldük. İçeride ne ürünleri ne de fiyatları beğenmeyip çıktık ve biz zaten Jaipur'a gidicez dedik. Rickshaw şöförü, ki bizi dükkana götürene kadar çok mutluydu, dükkandan bir şey almadan çıkınca alamayacağı komisyondan ötürü suratsız bir şekilde yola devam etti. Qutab Minar'a gidip biraz orada vakit geçirdik. Daha sonra kıyafet alisverişi yapmak icin Sarojini Nagar'a gittik. Havanın korkunç sıcağından ötürü başka bir yere gidelim diyip metroya binmeyi bahane ettik. Metroyu beklerken kapılarının cok hızlı kapanması üzerine, Özge ve ben içeri yetişemedik. Bunun üzerine Görkem ve Açelya bir sonraki durakta bizi beklemek durumunda kaldı. Dışardan bakıldığında tam 'aptal beyaz turist' olmuştuk. Metro içindeyken Sarojini Nagar'a gitmekten, nasıl gidildiğini algılayamadığımızdan vazgeçmiştik ancak tüm bu yanlış inme binme sayesine Sarojini Nagar yazan okları bulduk ve oraya gittik.






Sarojini Nagar (kod adı Eminönü) sonrasında metroya binip merkezde indik ve oradaki tourist infodan bilgi alıp yemek yiyecek güzel yer tavsiyesi aldık. English Dairy isimli mekana gidip thali (tabldot) menu aldik. Bu sayede Özge de ilk Hint yemeğini yemiş oldu. Pune'de yediklerimizden çok daha iyiydi. Yemek sonrası CoffeeCafeDay'de kahve icip eve geri döndük. Ilk gittiğimiz yerde tuvalet çalışmadığından Amit'ten bize baska bir yer ayarlamasını rica ettik yoksa otel bulma çabalarına girişecektik ki Amit bize baska bir yer ayarlayacağını söyledi.







Metroya binip döndüğümüzde bize bir ofisin boş bir odasını ayarladığını gördük. Boş dediysem de, gerçekten boş, ne koltuk ne yatak, bir tane sandalye ve eski dosyalar. Koltuk ayarlicağını söyledi biz de en azindan tuvalet calisiyor diyip pek umursamadik. Tuvalet çalışıyor dediysem de, girişi dışarıdan olan, evyenin yarısının kırık olduğu ve toplam 1 metre kareye sığmayan bir yerdi. Yukarı çıktık ve duş alıp tekrar dışarı çıkmaya hazırlandık.
Ilk olarak Amit ve bir arkadaşı ile Jayjays adında bir kebabçıya gittik, daha sonra yanimiza Fransizlar da katıldı. Canlı Hint müziği olan restoranda yemeğimizi yedik dans etmeye Urban Paint isimli bir yere gitmeye karar verdik. Yolda, Görkem ve Özge'yi eve bıraktık.
Urban paint, duvarlarında erotik Khajuraho rolyefleri olan ve herhangi bir muzik tarzina bagli kalmadan her tür müziği ardı ardına vermekten çekinmeyen rengarenk yerdi. Mekan, bir sarkinin yarıda çalmayi kesmesi ile kapandi ve biz de eve... Pardon, ofise geri döndük ve uyumayı denedik.





Görkem'in Notu:  Özge ile ofise geri döndükten sonra, bizi kapıda karşı komşumuz olan yaşlı bir teyze karşıladı. Ve kapıyı yüzümüze kapattı. Sırasıyla tuvalete gittik. Tuvalette ışık olmadığından dolayı geri döndüm.Özgeyle kaldığımız yerin saçmalığından dem vururken, garip konuşmalar duymaya başladık. Bu sırada duvarda bulunması gereken sıva komple yere düştü. Özge sigara içmek üzere dışarı çıktı. Ve beni çağırdı. Dışarıda gördüğü mızrak motiflerinin satanizmle ilgili olup olmadığını sordu. Kapıda dilini çıkaran korkunç maskı da göstermesiyle yap-boz tamamlanmıştı.
Can ve Açelya eve, pardon ofise gelene kadar binbir komplo teorisi kurduk. Sonra da ofis koltuklarında uyumayı denedik.





We have arrived to Delhi, around 6 in the morning and called Özge, my sister who also joined us to travel north. She arrived 2 hours earlier to Delhi then us, with a direct flight from Istanbul. Accommodation was arranged by me with a Couchsurfing. Our hosts name was Amit and his house was in the middle of the train station that we arrived and the airport Özge arrived. So we decided to meet in the house. When we met him, he told that there were other Couchsurfers in the regular house so he took us to a friends house. It's best not to talk about the house. There was no water and our neighbors were untamed rodents and finally the poster with the wrestlers on the wall made us decide to go to the regular house that we were supposed to stay, at least to have a shower. There we have met the French girls who stole our beds.

After the girls have left the room we all too shower and went to Amit's office, that was right underneath the house and took some advices from him about Delhi. Our first stop was Qutab Minar so we took the metro and got off in the 'Qutab Minar' metro station thinking that we have arrived. It wasn't how we expected. Qutab Minar the monument was 1.5km away from the Qutab Minar the metro station so we took a rickshaw. The driver made us go from a longer way to make us see a store that he gets commissions for everyone who buys something from there. The stores name was 'Jaipur'
We didn't like the products neither the prices so we have left the store saying, "we are already going to Jaipur". The driver who was so happy until the moment he took us to the store, became sour faced when he saw us walking out of the store without buying anything and took us directly to Qutab Minar without saying a single word. We have spent some time there and left to go to Sarojini Nagar, to buy some clothes. There was a face-melting hotness in the air so we took the metro. When the metro arrived Görkem and Açelya stepped inside and fastly, the doors have closed to my and Özge's face.With sign language we told them to wait in the other stop. We were the 'stupid white tourists'. Before even going to the metro we couldn't understood how to go to Sarojini Nagar, but thanks to this mistake, we have realized that we were in the right stop to go there.

After Sarojini Nagar (an open bazaar area), we took the metro once more and went to the city center (or at least we thought it was). We took some info about where to eat and etc. They orientated us to a restaurant called English Diary where we ate a Thali menu. This was Özge's first Indian meal. To be honest it was much better than the ones we have ate in Pune. After meal, we went to CoffeeCafeDay to drink coffee and finally went back home. In the first place there was no water even for the toilet so i asked Amit to find us another place or i had to search for a hotel but he said he'll arrange something.

When we arrived there, we have realized that he has arranged us an empty room in the office. When i say it's empty, believe me. Just a chair and lots of paper. He told that he'll get a couch and we didn't really cared because at least the toilet was working. It was working but it was outside and half of the sink was broken. The total space was smaller then 1 square meter. We went upstairs to take shower.

First, Amit and a friend of his took us to a Kebab restaurant called Jayjays. Afterwards, French girls have arrived.With live Indian music we have ate our dinner and to dance we went to a place called Urban Paint. On the way there, Görkem and Özge decided to return home.

Urban Paint was a bar with an interesting interiors. There were erotic Khajuraho scenes on the walls. The music genre changed in every 3-4 songs. It was a colorful area where lots of people came to dance. They decided to close the bar with cutting a song while it wasn't even finished yet so we returned to home.. i mean office.

~Can

Thursday, September 29, 2011

1.Gün (Pune-Delhi treni)

Evden eşyalarımızı toparlayıp çıkmadan, Çağrı ve Anette ile vedalaştık. Çağrı bizden ayrılacağı için o kadar üzüldü ki köşede sineye çekilip ağlamaya başladı. Biz de daha çok üzmemek için evden hızlıca çıktık. Perşembe gecesini cumaya bağlayan sabahın 2 buçuğuydu, Sailesh bizi evden almaya geldiğinde. Arabada giderken camdan Çağrı'yı gördük, 'Gitmeyin lan' diye bağırarak araba ile beraber koşuyordu.






Sailesh bizi tren istasyonuna bıraktı. Pune sokaklarini ilk kez bu kadar bos gormustuk o gece. Sabah 4'te kalkması gereken tren için saat 3'ten itibaren istasyondaydik. Tren istasyonunda ve dışında herkes altlarına battaniyeyi almış uyuyordu. Aralarından kendilerine basmadan geçerken bize ilgi dolu gözlerle bakmaya başladıklarını gördük. Kapali bir dükkan onune bavullarimizi koyup uzerlerinde oturarak beklemeye başladık.

Photobucket

Goa'daki Vasco istasyonundan kalkıp Delhi'ye giden trenimiz saat 4'e10 kala istasyona yanaşti biz de içeri girip yerlerimizi bulduk. Ac 3-tier kompartmanında kalıyorduk. Klimalı ve 3 tane ustuste yatakli bir kompartman olan ac 3tier tum gece klimasi ile bizi üşütse de, en azından rahatsız değildi. Kompartımana girdiğimizde Bir teyze uyuyordu sadece ve teyze 26 saatlik yol boyunca sadece 2 defa tuvalet molası verdi ki biz trene binmeden önce de uyuduğunu varsayarsak, kadının uyku potansiyeli bizi epey şaşırttı.

Photobucket

Sabah uyandiğimizda bize oglen yemeği siparişimiz soruldu. Menude ya 'veg' ya da 'non veg' seçeneği var. 'Non veg' menusu istedik. Bir kaç saat sonra, saat 1 gibi chicken briyani geldi. Tavuk epey guzeldi ama pilav onu karsilayacak kadar degildi.







26 saatlik tren yolculugunda sıkıntıdan uyuduk, muhabbet ettik ya da müzik dinledik.
Aksam yemeğimizi de kompartimanimizdaki fare ile yaptiktan sonra uyuduk.

Photobucket

Before we have left the house, we have said our farewells to Çağrı and Anette. Çağrı was so disappointed on us leaving, he started to cry in the corner. We didn't wanted to make him even worse so we left quickly. On the night that connected thursday to friday, Saliesh took us with the car. While going we realized that Çağrı is running next to the car saying 'Don't go!'.

Saliesh left us in the train station. That night was a first for us to see the Pune streets so empty. Our train was supposed to leave at 4 but we started waiting at 3 o'clock. Inside and outside the trainstation, everybody was lying down with a blanket under them. It was quite hard to walk next to them with out waking them up. While walking so carefully we have realized the looks on us. We have putted our luggage in front of a closed shop and sitted on them.

The train which started from the Vasco Station in Goa and supposed to go to Delhi, arrived to Pune at nearly at 4 o'clock. We have entered inside and found our seats. We bought our tickets from the AC 3tier which is a compartment with 6 beds and an air condition inside. Even though we have felt cold the entire night, at least the bed wasn't uncomfortable. When we have entered our compartment, we have seen a senior lady who was sleeping and except for the 2 bathroom brakes she has never moved and slept for 26 hours. Counting the times we haven't seen, her sleeping potential has suprised us.

Photobucket

In the morning they have asked what we want to eat, 'veg' or 'non veg' menu. We all ordered 'non veg'. After a couple of hours, we had a Chicken Briyani menu. The chicken was really tasty but the rice wasn't that good enough.

Photobucket

In the whole 26 hours of train, we have either talked, listened music or slept out of boredom.
After having our dinner with the mouse in our compartment, we have slept.

~Can

Thursday, August 18, 2011

Kuzeye gittik gelcez

Bugun ofisteki son gunumuzdu. Raki icerek kutladik. Kuzeye dair herseyi 1 eylulden sonra paylasacagiz. Takdir edersiniz ki internetimiz olmayacak.

Today was our last day in the office. We celebrated it with drinking Raki. Everything about North will be posted after first of september because we won't have any internet.

Wednesday, August 17, 2011

Goa

Cuma gecesi 00.40’ta önceden ayarladığımız taksi ile Goa’ya yola çıktık. 4 kapılı, Maruti Suzuki Swift ile yola çıktık. Sürücümüz Sunil, İngilizce’yi sadece derdini anlatabilecek kadar konuşabilen bir Hintliydi. Yol boyunca yüksek müzikleri, sürekli korna çalarak gitmesi ve otobanda kamyon makaslayarak kullanması üzerine zaman zaman kendimizi araba yarışı filmlerinde hissettirdi bizi. (Bkz: Hızlı ve Hintli: Goa Drift)

Hızlı ve Hintli: Goa Drifti from stajagittikgelcez on Vimeo.

Saat 10.50’de Goa’ya girdik. Sunil sınırda 550Rs(21.6TL) para istediklerini söyledi. Fişe baktığımda 200Rs(7.8Tl) yazıyordu, gerisini sorduğumda, Hint polisinin rüşvet aldığını ve sistemin çok bozuk olduğundan bahsetti. Ben hala kendisinin de cebe para attığını düşünüyorum ama beni anlayacak kadar İngilizcesi yoktu.

Anette’i Baga Beach’teki hoteline bırakıp, Anjuna’ya, kendi hostelimize yola koyulduk. İndikten sonra Sunil’in ben burda bekliyorum demesi üzerine fark ettik ki metre hala çalıştığı için arabayla bir yere gitmiyordu ve başımızda kalarak sürekli bir gidiş saati soruyordu ve üzerine hangi öğündeysek onu söyleyerek ‘me-lunch-hungry’ ya da ‘me-dinner-hungry’ diyerek para istiyordu.

Kuzeye gidişimiz için bir biletimiz olmadığından tüm bir hafta Pune-Delhi arası trenlerle kafayı bozmuştuk, ancak hiç birinde yer yoktu. Ofistekiler de bize Yabancı turist kotasını ya da Tatkal kotasını tavsiye ettiler. Yabancı turist kotası, sadece pasaportu olan turistlerin, trenin kalkış noktasından bilet almalarına yarayan bir yöntem. Tatkal ise, tren kalkış gününden 2 gün önce açılan bir kota, acil durumlar için. Pune’deki iki adet tren istasyonuna da gittik ve Yabancı turist kotasının sadece trenin kalkış yerinde olduğunu söylediler. Goa SF Express treni, Goa’dan kalkarak, Pune’den geçerek, Delhi’ye varıyor. Hazır Goa’dayken bilet almaya buraya gidelim dedik. Tek sorun, bizim başlangıç durağını Madgaon zannetmemizdi. Öncelikle Madgaon’a gittik, ki bu hostelimize yaklaşık 60km uzaklıkta bir yer ve şoför dahil hiç birimiz yolu bilmiyordu. Daha sonra oradan bizi Vasco De Gama tren istasyonuna yönlendirdiler. Sonunda alabildiğimiz 1230Rs(48.3TL) değerindeki biletleri için, neredeyse bir o kadar da taksi parası verip yarım gün harcadık. Ama değdi, artık kuzeye gidiş için biletimiz var.

Hostel civarlarına dönüp yemek yemeye gittik. Hiçbir yeri gözümüze kestirememiz yüzünden uzun süre yürüdük. Benim ayağımdaki FlipFlop’lar patlamasaydı, daha uzun süre de yürüyebilirdik muhtemelen. Avalon adında loş ışıklı ve az müşterili bir restorana girdik. Uzun süredik dalga sesi duymadığımızdan, sesler öyle tatlı geldi ki kulağa; ne yemeklerimizi 1 saat geç getirmeleri umrumuzda oldu, ne de ışıkların loşluğunda etrafı göremememiz.

Evershine Guest House’a döndüğümüzde odamızın önünde Kolombiyalı ve Amerikalı iki adet Hindistan’ı gezen kız ile bir iki saat muhabbet ettik. Kolombiyalı olan ürün tasarımcısı çıktı. Dünya küçük.

Ertesi gün, Ipad’den bulduğumuz kadarıyla kahvaltıya’a German Bakery’e gitmeye kadar verdik. Haritadaki yolu takip ediyorduk ki yağmur yağmaya başladı. Sıcak yağan yağmurun altında German Bakery’e vardığımızda fark ettik ki, orası bir süredir (görünüşe bakılırsa uzun bir süredir) kapalıydı. Biz de kendimizi sahile atmaya karar verdik. Sahile vardığımızda açık tek yer, Anjuna Beach’in sonunda gibi gözüküyordu, biz de oraya yürüdük. Mekana ulaştığımızda isminin Curlie’s olduğunu öğrendik ve içerisi epey kalabalıktı. Denize yakın bir masa bulup hemen kahvaltı ısmarladık. Baconlı omletler ve çikolatalı pankekimizle, ara sıra yağmurlu, ara sıra güneşli deniz manzaramızla, Goa’yı yavaş yavaş sevmeye başladık.




Öğlen yemeğimizi de orada kalamar ile yapıp Hostele geri gittik. Hostelde birkaç saat sızdıktan sonra akşam yemeğine Anjuna’da bir yerler aradık. Girdiğimiz ‘Eatopia’ isimli mekanda hepimiz noodle yedik. Ben acısızdır diye ismine kanıp ‘American Chopsuey’ yedim. Kırmızı renkli ve acılı bir noodle üzerine yumurta kırılmış olarak geldi. Açelya ve Görkem de Chicken Hakka Noodle yediler.

Yemek sonrası gene Curlie’s’e gitmeye karar verdik. Bu sefer hiç yer olmadığından biralarımızı alıp taşlara oturduk. Sürekli çalan Trans müzik ve dalgalar üstüste gelince ilginç bir müzik oluşturuyordu. Yağmurun çiselemeye başladığını fark ettiğimde kalkıp hemen bize bir masa buldum ve oraya oturduk. Yaklaşık 1 dakika sonra herkes sırılsıklam içeri kaçtı. Biz önce gelip masa kaptığımızdan ayakta kalmadık. Bunun üzerine çikolatalı ve muzlu pankek ısmarladık.

Otururken Umman’dan gelip Pune’de eğitim gören biriyle tanıştık ve bize Pune’yi gezdirebileceğini söyledi ancak son haftamızda ona ne kadar vakit ayırabiliriz, bilmiyorum.

Sabah uyanıp, Evershine’da hatıra fotoğrafı çektirip, Baga Beach’e, Anette ve Manish ile buluşmaya gittik. Britto’s cafe’de omlet ve sandviç yiyip yola çıktık. Sunil’in sürekli araba makaslaması ve virajlara gaza basarak girmesi zaman zaman bizi ürkütse de yapacak bir şey yoktu, sıkı tututunup bitmesini bekledik. Molamızı McDonald’s’ta verdik. Hindistan’ın İngilizlerden bağımsızlık günü olduğu için Hint bayrağı renklerine bürünmüş McDonald’s’ta, servis görevlileri Kurtalarla servis veriyordu. Çok beğendik, taktir ettik. Bizimkiler de önemli günlerde şalvarla sipariş alsınlar.

Saat 22.00’da toplam 1059.8 km yol yaptıktan sonra evimizin önüne geldik, Çağrı bize kapıyı açtı ve Sunil’in trafik canavarlığından kurtulmuş olduk.

Friday night, around 00.40, we have taken the pre arranged taxi to Goa. It was a Maruti Suzuki Swift that had 4 doors. Our driver Sunil was only able to talk in English in a very basic level. For the whole road, with the loud Indian pop music, constantly horning and passing the trucks one by one without any order, made us feel like in the car racing movies. Such as ‘Fast & Indian: Goa Drift’.

Around 10.50, we have entered Goa. Sunil said that the police asks for 550Rs(8.4€) in the border. When i looked at the bill it said 200Rs (3€). So i asked him why is it like that. He told me that Indian police is very corrupted and they take bribe. I still wonder if he was the one who took the extra Money but i can’t be sure.

We left Anette, at her hotel in Baga Beach and left for Anjuna, to our hostel. When we reached to our hostel, we realized that Sunil can’t go anywhere because we were still on the meter and he was constantly asking if we were going to go somewhere again or other wise asking Money for food, saying me-lunch-hungry or me-dinner-hungry.

We still didn’t had a ticket for our trip to North, so we were obsessed with the train ticket issue. People in the Office suggested that we can use the Foreign Quota or the Tatkal Quota. Foreign quota is only for tourists who has a passport and Tatkal is a emergency ticket which you can only buy it 2 days before departure. Both of them were risks. First we tried the foreign quota by going to Pune Station, but they have told us that it can only be bought from Goa, the origin station. So while we were in Goa, we decided to went to the Train station to buy the ticket. The problem was, we thought that the ticket was being able to bought from Madgaon (60km from our hostel) but we realized that it wasn’t the origin station of that train, but Vasco De Gama train station was. There we have finally bought the ticket for 1230Rs(18.8€), we gave nearly that much of a taxi price and spent half a day. But at least, we have a ticket to Delhi now.

We returned back to our hostel and started to look for a place that we can eat. We couldn2t decide on a place to eat because it was really empty. If the flipflops that i was wearing wouldn’t suicided, we2d walk more, but we had to stop at a restaurant called Avalon. It had a dark way of lightning and nearly no costumers inside. We didn’t cared about the food being 1 hour late or the darkness, we have missed the sea so much so concentration was there.

When we returned to Evershine Guest House we have spent 1-2 hours talking with the other guests there, a girl from Colombia and another girl from U.S. The Colombian was also a product designer, the World is small.

The other day when we woke up we found a place from Görkem’s Ipad, called The German Bakery. While we were following the way on the map, it started raining like a proper monsoon day. We have reached to The German Bakery but it was closed. In fact, by the look of it, we’re guessing that it was closed for a long while now. So we decided to try finding a place on the beach. On the beach we have realized that the only open restaurant was in the end of the Anjuna Beach. When we walked to it, we learned that it’s name was Curlie’s. It was crowded inside so we felt relieved. We found ourselves a table and ordered food immediately. With our bacon omlette, chocolate pancake, sometimes rainy, sometimes sunny sea view, we have started to like Goa.

We have ate our lunch there with Calamari and returned to the hostel, slept there for a couple of hours and went out to find a place to eat dinner. We have found a place called Eatopia. I ordered, American Chopsuey and Görkem and Açelya have ordered Hakka noodles. The thing i ate was red noodles with a egg on it. Pretty weird.

After lunch we decided to go to Curlie’s again, since we had no idea where else to go, or how to go. This time there was no place to sit so we took our beers and sitted out side. With the constantly playing trance music, the waves have made a different harmony. After a while i have realized that it has started raining so i went inside to find us a table. After 1 minute everybody ran inside really wet. Noone got a table because they were just too slow. We ordered chocolate and banana pancake.

While sitting we have met a guy from Oman, who was studying in Pune, that told us he can Show us Pune but i don’t know how much time we can spend with him in our last week.

The other day, we took a souvenir photo in Evershine Guest House and took the taxi to go to Anjuna, in order to meet with Anette and Manish. We ate Omlettes and a sandwich at Britto’s cafe and started the way back. With our traffic monster Sunil, there was noting to do but wait, holding to each other very closely. We took a brake in McDonald’s. The day was India’s Independence Day, the day that they have kicked English people out of the country so all the McDonald’s personnel was wearing Kurtas. We liked it very much. We hope that in Turkey they would serve with traditional Turkish clothes on important days.

At around 22.00, we have made 1059.8 km and reached to our home. Çağrı opened the door to us and we have gotten rid of our traffic monster, Sunil.

~Can

Monday, August 15, 2011

Saturday, August 13, 2011

Thursday, August 11, 2011

IndiJoe's

Cumartesi akşamı yemek yemeğe üçümüz, Çağrı, Shriya ve Shriya’nın bir gece önceki tanıştığımız arkadaşlarından biri Yedi ile, Jewel Square’deki Frangi Pani Pub’a gitmeye karar verdik. Jewel Square’re girdiğimizde Çağrı ve Görkem elektronikçilere girdiler; ben, Açelya ve Shriya da Mango’ya girdik. Açelya gerçekten alışveriş yaparken, ben ve Shriya içerdeki kıyafetlerin yarısıyla dalga geçmekle meşguldük. Kepenkleri üstümüze kapatan Mango yetkilileri bizi kısa bir süreliğine korkutsa da çıkmak istediğimizde neyse ki bizi içeride bırakmadılar.

En üst kata çıktığımızda Frangi Pani’de oturacak yer olmadığı için barda bekleyebileceğimizi söylediler. Biz de riski göze almayıp hemen yanındaki, Alex Velasco’yla Frangi Pani’ya gelip de kıyafetlerimiz yüzünden alınmadığımızda gittiğimiz, Indijoe’s’a gittik. Cumartesi günleri açık büfe hizmet veren yere yemek artı bir bira dahil 375Rs (14.80TL) verdik.

Yemeklerin hiç de acı olmadığı ve açık büfe olduğu için yemeğe büyük bir mutlulukta devam ediyorduk ki, Görkem’in arkasında masamızı röntgenleyen bir aşçı belirdi.

Photobucket

Görkem’in fotoğraflarını çekmesi üzerine sağa doğru süzülerek kaçan aşçıyı, gece boyu bir daha görmedik. Tatlılara geçtiğimizde fark ettiğimiz çukulata şelalesi ve tatlılar sayesinde çok güzel bir yemek yiyip, çok da güzel zaman geçirdik. Hatta zamanın nasıl geçtiğini anlamamamız üzerine restorandaki ışıkları kapatıp bizi nazikçe dışarıya davet ettiler.

Photobucket

Photobucket

Photobucket

Photobucket

Photobucket

Photobucket

Restoran çıkışında Görkem ve Çağrı eve dönerken, ben, Açelya, Shriya ve Yedi Frangi Pani Pub’a girdik. Eğer dans eden insanları, sürekli konuşan dj’yi ve alevli bar tezgahını saymazsak, dekorasyonu ile gerçekten bir pub. Ama saydığım şeyler işin içine dahil olduğundan mekana pub/disco demek daha doğru olabilir. Kapıdaki cüsseli abime güvenip, gece 1.30’ta kapanacak zannederken, 45 dakika önce kapanması eğlencemizi yarıda kesti. Paşa paşa eve döndük.

On Saturday evening we decided to eat out, in Frangi Pani Pub in Jewel Square with Çağrı, Shriya and Shriya’s friend Yedi, whom we have met the day before. Once we arrived to the Jewel Square Görkem and Çağrı entered to the electronics store and me, Açelya and Shriya entered Mango. While Açelya was actually shopping, me and Shriya was busy making fun of the clothes. People working in Mango closing the shop while we were still in it was a little scaring but at least they have letted us go out when we wanted to.

When we arrived to the top floor, they told us that there is no place to sit in Frangi Pani so we had to wait in it’s pub, we decided not to wait. We choosed the place next to it, Indijoe’s, the one which we also ate when we came to Frangi Pani with Alex Velasco, but didn’t managed to enter because of our clothes. On Saturdays, they was no menu to choose from, but an open buffet. The price of the open buffet plus a beer is 375Rs (5.82TL).

While we we’re feasting ourselves with the open buffet, we realised the cook behind Görkem, who was spying on us. Because of Görkem taking his pictures he has creeped away to the right side. We haven’t seen him again for the whole night. When we passed to the desert we realized that there was a chocolate fountain. We were really happy once the meal finished. We have spended so good time that we didn’t realized how fast time passed, so the restaurant closed the lights to guide us out kindly.

Görkem and Çağrı decided to return home and me, Açelya, Shriya and Yedi entered the Frangi Pani Pub. If you don’t count for the wildly dancing people, constantly talking dj and the burning bar Show, with it’s decoration, it was a normal pub. But i guess the the things i have just counted makes it a Pub/disco. We have foolishly trusted the muscly bodyguard and thought that it was going to close at 1.30 but it closed 45 minutes earlier then that. We had to go home having half fun.


~Can