Monday, July 11, 2011

Weekend part 1 -Panchgani-

Haftasonumuz epey meşgul geçti o yüzden ikiye ayırıp yazıyorum.

Sudhir bizi haftasonu için Panchgani ve Mahabaleshwar isimli yerlere davet etti. Indi’ye yeni katılan Finli stajyer Anette’in de gelmesiyle 5 kişilk tursit grubumuz Sudhir’in arabasıyla yola koyuldu. Yolda midelerimizi test etmemek için öğle yemeği durağımız, Aile restoranı, McDonald’s oldu. Hindistan’da McDonald’s’lar et olarak sadece tavuk servis ediyor. McDonald’s yemek istemeyenler için aynı yerin hemen yanında bir de Dominos Pizza vardı. Yolda ikinci molamızı bakkalı andıran, mekanın hemen dışında 2 adet masası ile çay servisi yapan bu yerde verdik. Buradaki Hintli teyzeler, Sudhir’e bizim nereli olduğumuzu sordu; Sudhir de Pune’liler dedi ama teyzeler pek inanmadı. Sütlü çaylarımızı içip yola devam ettik.

Yavaşça dağların tırmanırken birden yoldaki düzlük manzaralarıyla karşılaştık. Bu düzlükler, yerden dağ olacakmışçasına uzanırken birden kesilmişçesine düzleşiyor. Bunlara tabletops dendiğini öğrendik. Toplam 3 saatin üzerinde süren bir yoldan sonra, birçok Bolywood filmine de sahne olmuş bir tanesine çıktık ve arabayı park edip üzerinde biraz yürüdük. Dağlar arasında sıkışan bulutların ve ağaçların ton ton değişen yeşilleri ile buluştuğu manzarayı ara sıra yağan yağmur ile izledik. Uzakta üzerinde olduğumuz gibi tabletops oluşumlarından birçok vardı. Belli bir mesafeden bakıldığından adeta biri tarafından yapay olarak kesmişçesine düz gözüküyordu. Daha sonra öğrendik ki, buraların düzlüğü sayesinde futbol ya da kriket oynanabiliyormuş.

Oradan ayrılıp başka bir ‘tabletop’a gittik. Bu sırada Muson yağmurları öyle azıttı ki, içimize kadar ıslanmaya başladık. Bulutlar tarafından etrafımız sarıldığından uzak mesafeyi görmek pek mümkün olmuyordu. Burası bir önce gittiğimizden daha geniş olduğundan gezmek için bir at arabasına bindik. Bizi çok zor durumda bırakan Muson yağmurları, yanından geçtiğimiz kriket oynayan çocukları pek etkilemiyor gözüküyordu ki onlar biz tüm alanı gezdiğimiz süre boyunca oynamaya devam ettiler. Açıkçası biz önümüzdeki atı zor görürken onların kırmızı küçük bir topu görebiliyor olması takdir edilesiydi.

Üstü kapalı olan at arabasında giderken, sürücü de bize ilginç bilgiler veriyordu. Hint efsanelerinden uzaylı teorilerine kadar ilginç bilgiler öğrendiğimiz yolculuğumuz bittiğinde, at arabasından indiğimiz yerde, küçük bir şelaleyi andıran merdivenlerden inip, 1986 yılında cafeye çevrilmiş bir mağarada oturup gene sütlü çay içtik, ancak bu sefer yanında kızartılmış soğan da vardı. Masaların ve sandalyelerin kesilmiş ağaç köklerinden yapıldığı cafede, mobilyalar kesme ve cilalama hariç herhangi bir işlemden geçmemişti. Yamuk masamız, kuru bir mağara, sıcak sütlü bir çay ve ıslanmamak..

Ardından yorulduğumuzu fark edip Surya Hotel isminde bir yere girdik. Güneş manasına gelen Surya sayesinde, en temel Yoga hareketi olan ‘Güneşi Selamlama’nın Hintçesini öğrenmiş olduk; Surya Namaster. Yanlış anlaşılmasın güneş yoktu, buralar böyle Muson.


The weekend was pretty busy so we i’ll write separated.

Sudhir has invited us to places called Panchgani and Mahabaleshwar. New iinter for Indi, Anette has also joined us so our tourist group of 5 has departed from Pune. In order not to test our stomachs that day, we ate in a family restaurant, McDonald’s. In India, the McDonald’s are not selling any kind of meat except for chicken. There was also a Dominos Pizza right next to the McDonald’s, for who wishes to eat a pizza. Our second stop on the way was a small shop with 2 tables in front of it to serve tea with milk. The old Indian women, asked from where we are to Sudhir. He said that we are from Pune, but the women didn’t seemed to belive that so we drank our tea and continued our trip.

As we climbed the mountains slowly, we realised the flat surfaces on the view. We learned that these half mountains were called ‘tabletops’. After a journey of more then 3 hours, we have arrived to our first spot, which was a common shooting area for Bolywood movies. We parked the car and started walking around and enjoyed the view of clouds that has been stucked between mountains and different tones of green, with a little touch of rainy weather. Further away, there were lots of examples for tabletops. From a distance, they were looking as if they were being cutted by someone, or something. What we have learned was they were s oflat that it was possible to play football or cricket over them.

We have left there to go to another tabletop. There the Monsoon rains have been strongly increased that we were getting wet indide to out. Because of the clouds that has surrounded us, it was hardly possible to see the distance. This one was bigger then the previous one so we had to take a horse cart. The Monsoon that was troubling us deeply, didn’t seemed to be interrested. They continued playing cricket while we traveled all over. It was quite impressing they were playing with a small red ball, when we were hardly seeing the horse in front of us.

As we rode the horse cart, the driver was giving us interresting information about Indian myths to aliens. When it has finished we went to a cafe. İn order to go there we have taken stairs that felt like a small waterfall. The place was a cave that has been made a cafe in 1986. We drank more tea with milk, but this time we have fried onions with it. The furniture was made by cutting and polishing the trees and they didn’t had any other process. It was all about our inclined table, drinking warm tea with milk and not getting wet in a dry cave.

After leaving the cafe we realised how tired we have got and left to a hotel called Surya. Thanks to its name, we have learned the most basic Yoga move in Hindi language. Surya Namaskar, the sun salutation. But don’t get me wrong, there was no sun, it’s all about Monsoon here.

~Can

1 comment:

  1. Harika yaaa!!! Bu arada "High Speed Coach"'lar da muhteşem :-))))
    Bu arada sizin işveren Raca Sudhir de sanırım biraz cimri. İnsan beş yetişkini "bir garip" atın çektiği arabaya bindirir mi hiç! Bir araba daha kiralasan ne olur kine? Zaten üç paraya "Avrupalı yabancı işci" çalıştırıp paraya para demiyooor :-))))
    Hepinizin gözlerinden öpüyorum.

    ReplyDelete